Tarihçe
a-TÜRKLER ÖNCESİ DÖNEM
Akkuş İlçemizin Tarihi İlkçağ öncesi yani Yazının bulunmasından öncesine kadar dayanmaktadır. Akkuş’a ilk yerleşen, burada ilk yaşayan Kavimlerin KALİP’ler olduğunu ünlü Amasya’lı Tarihçi Strabon yazmaktadır. Ancak hangi Yüzyılda Akkuş ve çevresine yerleştikleri, ne zamana kadar buralarda yaşadıkları belli değildir. Fakat Akkuş ve köylerinde bulunan en eski Tarihi kalıntı Kalip’lere aittir ve Gökçebayır Köyü Höben Mahallesinde bulunmuştur. Strabon ise tahminen Akkuş veya bu civardan gelen Kalipleri tahminen M.Ö.30 Yıllarında Ünye’de görmüş olup, getirdikleri işlenmiş Bakır ve Kalay Madenlerini Denizci Fenikelilere sattıklarını anlatmaktadır. Fakat Akkuş tahminen, daha önceleri Anadolu’nun ilk Devleti olan Hitit Devleti sınırlarında bulunuyordu, ancak bu dönemde Akkuş topraklarında henüz yerleşim bulunmuyordu, çünkü buna dair bir kalıntı yoktur.
Bu bölgeye Hitilerden sonra ilk İstila hareketlerini Türk olma İhtimalide olan Kimmer’ler ve İskit’ler yapmışlardır. Önce Kimmerler, Karadenize ve Anadolu’ya, Kafkaslardan inerek, Lidyalıları ve Bu Bölgedeki Mosk Krallığını mağlup ederek, yıkmışlardır..Ancak savaşçı ve sert Kimmer’lerin Medeniyete katkısı az olmuş, onlardan çekinen Kıyıdaki Halk’lar, Dağlara çekilmişler, onların gitmesinden sonra, Kıyı Bölgeyi bu kez İskitler istila etmişlerdir. İskitlerde savaşçı ve sert bir Topluluk olup, Tarihte bilinen tek Hükümdarları Alp Er Tunga’dır. İskitlerden den de çekinen buradaki Kavimler, Kıyılardan yukarı Dağlık Bölgelere doğru yine çekilmişler, M.Ö.7.Yüzyılda Kimmerlerin,6.Yüzyılda da İskitlerin Orta Asya’ya çekilmesiyle, önemli kısmı tekrar Kıyılara dönmüşlerdir.
Kalip’ler bir Devlete sahip olmuş bir Topluluk değillerdir. Küçük bir Grup olduğu sanılmaktadır. Zaten onlardan başka Orta Karadeniz Havalisinde Milattan önce; Tibarenler, Kelkler, Kekenler ve Mosklar gibi bugün izi kalmamış birçok ama nüfusu az Kavim yaşıyordu. Kaliplerden başka, Ordu’nun diğer sakinleri Tibarenler’dir.
Bundan sonra Bölge bir dönem de Ege’den gelen İyonlu Milet’lerın egemenliğinde yaşadı. Milet’liler, Denizci bir Kavim olup, kıyılara ağırlık vererek, buralarda Ticaret Kolonisi kurmuşlardır. İlimiz Ordu şehri, Milet’liler tarafından bu dönemde kuruldu. M.Ö.500 Yıllarında ise Bölge ve tüm Anadolu, İran’dan gelen ve Anadolu’ya 200 yıl hakim olmuş, Pers İmparatorluğu hakimiyetinde yaşadı. Persler döneminde yine Kıyılarda Pazar Siteleri kuruldu.-Ticaret maksadıyla-Fakat Persler Anadolu’ya 200 yıllık dönemde fazla bir Medeni katkı göstermediler. Ancak Orta Karadeniz gibi Anadolu’da bazı yerlere nüfus yerleştirdiler.
Balkanlarda güçlü bir Devlet kuran Makedonyalı İskender, meşhur Asya seferine çıkarak ilk olarak girdiği Anadolu’da M.Ö.331 yılında Persleri iki Savaş sonunda(en son İssos Savaşında) yenerek, hem Persleri ortadan kaldırdı, hem de Anadolu ve İran’ı ele geçirdi. Fakat Hindistan’a ve Mısır’a kadar giden Makedonya’lı İskender’in ölümü ile bu İmparatorluk parçalandı. Nihayet Anadolu önce tek bir Devlet iken sonra beş Devlet oldu. Bu İskender ve sonrasındaki Roma İmp. Hâkimiyetine kadar geçen döneme Tarihte HELEN Dönemi denmektedir. Bu dönemde, Orta Karadeniz Bölgesinde M.Ö.301 Yılında Pont ya da Pontus Krallığı kuruldu. Başkenti Amisos (Samsun) olan bu Devleti İranlı Pers ırkından gelen I.Mitridates kurmuştur. Akkuş’ta bu Devletin içinde tenha Köylerden oluşan Dağlık ve ormanlık bir araziydi. Bu Devlet uzun Siyasi olaylar yaşadı. Giresun bu dönemde I.Farnak tarafından, Farnakiye adıyla kuruldu. Pontus Krallığının Amisos’ta bulunan Darphanesinde basılan Madeni paralarda Kralın resmi, Devletin sembolü olan Ay ve Yıldız ile kutsal saydıkları Geyik resmi bulunuyordu. Akkuş’umuzun tek ve en eski Kalesi olan Seferli-Alan Köyü içinde ve Erbaa sınırında olan KEVGİR KALESİ Pontus Krallığı döneminden kalma bir Tarihi eser olup, tahminen VI.Mitridat zamanında yapılmıştır. Halk arasında Kevgür, Keygür Kalesi yada Keçi Kalesi de denilen bu Kale aslında ciddi bir Tarihi eser olup, ilgilenmeyi ve bir Restorasyonu beklemektedir. Ancak uzak bir yerde oluşundan dolayı önce Salman-Seferli Grup Yolunun Asfalt haline getirilip Ulaşım sorununun çözülmesi icap etmektedir. Bu Kale tahminen Savunma, Erzak ve Silah Deposu, Savaşlarda dağılan kuvvetleri Toplama merkezi olarak yapılmıştır. Kale Tifi Çayından 399 metre yüksektedir. Bugün Harabe halinde olan Kale içinde Odalar, Potalar, Tüneller, 8 Kişinin bile rahat yürüyeceği merdivenler, Gizli bağlantılar ve Yollar bulunmaktadır. Hatta bu Gizli yolun Tifi Çayına doğru inilen 752 basamağı sayılmış, gerisinin yıkıntı ve tehlikeli olduğu görülmüştür. Tahminen Kalede aynı zamanda birde darphane bulunuyordu. Kale civarında bulunan bir Roma sikkesinde 113 tarihi tespit edilmiştir. Demek ki, Kale daha sonra Roma ve Bizans döneminde de kullanılmıştır. Kalenin etrafı uçurum olup, Savunmaya elverişlidir.
M.Ö.63 Yılında Pontus Devleti yıkılarak, Roma İmparatorluğu hakimiyetine geçmiştir. Fakat Pontus ortadan kalkmamış, Roma’ya bağlı Pontus Eyaleti olmuştur. Romanın Bölgedeki ilk Valisi olan I.Polemon bugünkü Bolaman şehrini kurarak, Eyalet merkezini buraya almıştır. Akkuşta haliyle Pontus eyaletine bağlıydı. Eyaletin merkezi M.S.70 Yılında önce bugünkü Sivas’a, daha sonraları Trabzon’a alınmıştır.
M.S.395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Anadolu Doğu Roma (Bizans)İmparatorluğu içinde kalmıştır. Bölge ve Akkuş, Başkenti Konstantinepolis (İstanbul) olan bu Devletin sınırları içinde bir Eyalet olarak varlığını sürdürdü. Bizans döneminde Bölgeyi Tekfur denilen Valiler yönetmiştir. Bizans hakimiyeti Bölgede ve Akkuş’ta uzun Yüzyıllarca sürdü. Akkuş’ta, Bizans dönemine ait birçok Sikke (Madeni para) bulunmuştur. Bunlar Gümüş ve Bronz Sikkeler olup, üzerinde imparatorun ismi, resmi, Haç işareti ve Tarih bulunmaktadır. Mesela Akkuş’ta bulunan Bizans Paraları, Bizans İmparator’ları Nicepherus, Heraclus, Staurcius ve X.Constantin Dukas’a aittir. Bu dönemde Akkuş’ta Nüfus artmış, Köyler çoğalmış olup, bu Köyleri köydeki soylu Aile resilerinden Rum Beyleri yönetirdi. Ancak Karadeniz Bölgesi ve bütün Anadolu gibi Roma ve Bizans Dönemlerinde ırk olarak Rum değildi. Rum kelimesi,’ROMA’LI’ Kelimesinin kısaltılmış halidir. Yani Türkler Anadolu’ya ilk geldiklerinde bakıyorlar ki buradaki Halklar kendilerine Roma’lı ya da kısaca ROM diyorlardı, Türklerde bu sözü RUM olarak çevirmişler, kullanmışlardır. Yani esasen Rum yada Romalı demek, ırkları farklı farklı olsada uzun Yüzyıllar içinde etnik kökenlerini gerek baskıyla gerekse kaynaşmayla unutmuş birçok Topluluğun, Anadolu’da Grek Dili ve Yunan Kültürü içinde birleşip, kaynaşması ve Hristiyanlığın Ortodoks Mezhebiylede bütünleşmesiyle ortaya çıkmış geniş bir Topluluk demektir.
b-TÜRK-İSLAM DÖNEMİ
Haliyle bizi daha çok ilgilendiren bu dönemdir. Biliyoruz ki, kendi Ülkesi Anadolu’yu savunan ve Türk’lere meydan vermek istemeyen Bizans İmparatoru Romanos Diogenes ile hem bu savaşı kazanmak hem de yeni bir Vatan kazanmak isteyen Büyük Selçuklu Devleti Sultanı AlpArslan’ın sıcak bir Yaz gününde bugün Muş’un Malazgirt Ovasında yaptıkları büyük savaşı kazanan Selçuklular için, artık Anadolu’yu Marmara kıyılarına ve Doğu Karadeniz dışında savunacak bir Ordu kalmamıştı. Önde gelen Kumandanlarına Fetih emri veren Sultan Alparslan, bu Türkmen Beyleriyle birlikte Orta Asya’dan koparak İran ve Azerbaycan üzerinden gelen Yüzbinlerce Türkmenlerede yol vermiş oluyordu. Türk’ler çeşitli gruplardan oluşan ve geniş sahalara yayılmış bir millet’tir. Türklerin en büyük grubunu Oğuzlar teşkil eder. Oğuzlar 24 Boya ayrıldığını biliyoruz. Fakat diğer Türk Gruplarına göre geç Müslüman olan Oğuzlara, Arap’lar Türkmen demiş ve bu söz’de tutmuştur. Yani İslam öncesi Oğuz, sonrası zamanlarda Türkmen! Fakat Türkmenlerin İslam’laşması da zaman almıştır.
Anadolu’ya göç bizim tarih anlatışımızda gerek mitleştirilerek, gerekse üstünkörü anlatılır. Türkmen Aşiretleri, yani Türkiye Türklüğünün ataları tam olarak Orta Asya’dan değil, Orta Asya’nın Batı bölgesinden yani Horasan Bölgesinden Anadolu’ya göçmüşlerdir. Horasan toprakları bugün, İran’ın Doğusu ile Türkmenistan sınırları içindedir. Çoğu göçebe olan bu Kabileler Horasan’da nüfusun kalabalıklaşması, çekişmeler, Hayvancılıkla geçindikleri için geniş, yeni ve bakir bir saha olan Anadolu nedeniyle akın akın, çığ gibi geliyorlardı. Bunu şöyle hayal edebilirsiniz; eski zamanlarda Yaylalara çıkan Yörükler gibi, sesleri birbirine karışmış ve etrafı çınlatan binlerce Koyun, Keçiler, Sığır ve Mandalar, Atlar, Katırlar, Develer’le ortalığı toza dumana katan, içinde Çocuklar, Kadınlar, İhtiyar Kocalar, Atalar ve eli silah tutan yiğit Türkmen Gençleri, Erkekleri ve başlarında Kabile, Aşiret Bey’leriyle beraber günler-Aylar yolculuktan sonra, Çadırlarıyla konaklayarak, at ve deve üstünde, bazen yaya olarak Anadolu’ya gelip, ya kendine gösterilen bir Sahayı yahut benimsediği bir yeri ya kavgasız, ya da diğer Selçuklu Bey’lerinin emrinde Cenk’le, Savaş’la fethederek oraya yerleşmektedirler. Hatta şartlar gereği bazen yerleştikleri yeri bir zaman sonra terk ederek, yeni bir Yurt’luk peşinde koşarlar. İşte Anadolu’nun Türkleşme Hikayesinin ilk Aşaması budur.
Türkler ilk yerleşmeler sonunda bir değil birçok Devlet kurdular: Danişmentliler, Saltuklular, Mengücekliler, Artuklular, Çaka Beyliği, Ahlatşahlar v.s…Fakat Konya’da kurulan Türkiye Selçuklu Devleti zaman içinde hepsine son verdi. Fakat bu Devletler esas olarak Büyük Selçuklu Devletine bağlıydılar. Büyük Selçukluların en muhteşem dönemini yaşadığı Alparslanın oğlu Melikşah ünlü Kafkasya seferi sırasında Ünye’ye geldiği ve atını Denize sürdüğünü bazı Tarihler anlatır. Bu Akkuş’un 60 km. Güneyinde yaşanan bu olay, Melikşah’ın Orta Asya’dan buraya kadar gelmesi beni şahsen heyecanlandıran bir olay’dır. Acaba nereden geri dönmüştür, ne yapmıştır, tam bilinmez.
Akkuş’a gelince; Akkuş’un dibinde müthiş bir Türk Devleti kurulmuştu: Danişmentliler!..Danişment Gazi tarafından kurulan bu Devlet Malatya’dan Niksar’a kadar geniş Toprakları fethetmiştir(1090). İşte Akkuş’a ilk Türk ayağı bu dönemde değmiş olmalıdır. Daha çok Güneyde ve Batı’da Haçlılarla, Bizans’la mücadele eden, Seçuklulara da zaman zaman yardım eden Danişment’liler’in zamanla Kuzey tarafı ile ilgilenmeye başlarlar. Danişment Gazi ‘den sonra başa geçen oğlu, Melik Gazi, Anadolu’daki güvenliğini sağladıktan sonra Karadeniz Sahillerine inmek için, Danişment Ordusu ile sefer çıkar ve Akkuş Dağlarını aşarak Ünye’ye iner.(Yıl 1129 ya da 1130)Kıyı Bölgesi Bizans Valisi olan Kasianus’ten Samsun’dan Fatsa yada Ordu’ya kadar bütün Sahil Kalelerini teslim alır. Bu Fetihleri, Danişment Türklerinden günümüze kalmış ve Anadolu’nun ilk Türkçe eserlerinden olan, yegane ve çok kıymetli eser, Danişmend-name anlatmaktadır. İşte Tahminimizce Danişment Ordusu ile yukarı çıkan ve beklide buralarda bazı noktalara yerleştirilen Danişment Askerleri Akkuş’a yerleşen ilk Türk’ler olmuşlardır. Bu arada Sahile inen Danişment Türkmen Askerleri ilginç bir manzara ile karşılaşmış ve burada Bizans tarafından güvenlik için görevlendirilen ve başlarında Tadis ya da Tadik adlı Bey’leri bulunan Peçenek Türk’leriyle karşılaşmış ve savaşmışlardır. Bu Türk’ler zannımızca Müslüman olmayıp, daha önce Balkanlardan Bizans Ülkesine gelmiş olan paralı Askerlerdir.
Neticede Danişmentlilerin Ünye ve civarındaki Bölgeyi fethetmeleriyle birlikte Danişmentli Göçebe ve Hayvancı Türkmenlerden bir kısım, Akkuş Dağlarına doğru çıkmaya başlamışlardır. Böylece Akkuşa ilk Türk yerleşimi başlamıştır. Hayvanlarına otlak ve kendilerine saha arayan bu Türkmenler tenha Akkuş Dağlarında az sayıdaki Rum-Bizans Köylerinden arta kalan yerlere, bayırlara yahut mücadele-savaş yollu bazı Köylere yerleşmişlerdir. Mesela Karaçal Köyünde bu dönemde yerleşim sadece Alan ve Hacılı Mahallesinde bulunuyordu, zaten Hacılı Mahallesinde Kaleboynu mevkiinde bulunan Harç ve Tuğla parçaları, yıkık duvar kalıntıları, Topraktan yapılmış Çanak-Çömlek parçaları ve Küpler içinde ortaya çıkan İnsan İskeletleri burada bir Rum Köyünün daha önce bulunduğunu ortaya koymaktadır. İşte Alan Mahallesi mevkiinde Rum Köyünün yahut civardaki Rum’ların Bey’i olan Olcan’la, Türkmen Bey’i Karaçal’ın savaştığı rivayet edilir. Ancak bugünkü bütün Akkuş Köylerinin hepsi bu zamanda oluşmadı.
Danişmend-name’de, Kıyı(Sahil)kesimine Canik Bölgesi denilmektedir. Canik bir Türk Beyi olup, ne zaman yaşadığı konusunda bilgimiz yoktur, fakat tahminen bir Türkmen olan Canik Bey’in oğulları ilk Türk Fetihleri zamanında Samsun civarına ilk yerleşen ve Fetihlerde bulunan Türkmen grubu olsa gerektir. Canik oğullarından kinaye, Bafra-Fatsa arası bölgeye Canik denmiştir. Canik Bölgesine yerleşen Türkmenler farklı bir gruptur, Faruk Sümer’e göre bir kısmı Çepni Türkmenleridir. Bugün bile Akkuş’ta Halk’tan eskiler Kıyı-Sahil kesimine CENİK, CENÜK(Canik)demektedir. Bu bile Akkuş Halkının Danişment Devleti zamanında yerleşmeye başladığına, ufak bir delil sayılabilir. Fakat Akkuş’a Türk yerleşimi zaman içinde Selçuklu, Osmanlı zamanlarında da devam etmiştir. Ancak bu Kadim(eski)zamanın yerleşimci Türk’leri genellikle Bektaşi-İslam anlayışında olup, Kültürlerinde Orta Asya izleri ve Şamanist unsurlar taşıyan Türkmenlerdi. Danişment Öyküsü burada bitmez. Melik Gazi’nin vefatından sonraki dönemlerde Canik Bölgesi tekrar Bizans Hakimiyetine geçer. Bu arada Melik Gazi’ye Akkuş’umuzda halen büyük saygı vardır, eskiler onun Niksar’daki muhtemelen ona ait olabilecek Türbesi’ni bilir ve giden, ziyaret eden olur. Danişmentlilerin daha sonraları başına geçen Yağıbasan Bey, Elden çıkan Canik Sahil Bölgesini geri almak için başa geçen,1157 yılında Niksar’dan yola çıkarak, Akkuş yoluyla Ünye’ye indiğini ve Ünye’den, Samsun’a kadar olan Bölgeyi tekrar ele geçirdiğini görmekteyiz. Yağıbasan Bey’den birçok yer ismi Hatıra kalmıştır. Mesela Ünye-Tekkiraz’daki ve Samsun-Çarşamba’daki Yağıbasan Köyleri Emir Yağıbasan’dan ismini almış yerlerdir. Ünye’nin Ekincik Köyünde Meliktepesi, Akkuş’umuzdaki Talışmalan Köyüde ismini Danişmentlileren almıştır. Talışmalan yada Aşağı Düğencili Köyü ismini Danışma-alanı yada Danişment-alanı cümlesinden gelmektedir. Bu Köyün ismi, Osmanlı Tapu Tahrir Defterlerinde aynen’ Danişmendalanı’ şeklinde geçmektedir.
Danişmend Devletinin Türkiye Selçukluları tarafından yıkılmasından sonra Bölge ve Akkuş, Selçuklu hakimiyetine girmiştir. Muhteşem ve yüksek dönemler yaşayan Türkiye Selçukluluları Doğudan adım adım gelen Moğol tehlikesini göremediler. Nihayet İran’ı ele geçirmiş ve Anadolu’ya girmiş olan İlhanlı Moğollarıyla 1243 yılında Sivas’ın Suşehri İlçesi yakınlarındaki Kösedağ mevkiinde yani Akkuşa 3-4 saat uzaklıktaki bu yerde Selçuklu Türk Ordusu karşılaştı. Ve Türkiye Selçuklu Sultanı tecrübesiz II.Gıyaseddin Keyhüsrev tecrübeli Vezirlerin tavsiyesine uymamasının ve sonraki acemiliklerinin faturasını ağır bir yenilgiye uğrayarak ödedi. Halbuki akıllı bir taktikle savaşı Selçuklu-Türk Ordusu kazanabilirdi. Moğollar Anadolu’yu dört koldan işgale başladılar. Tabiiki henüz Köylerden oluşan, tenha Akkuş toprakları ve Canik bölgesi’de Moğol hakimiyetine girdi. Moğolar birçok mamur Anadolu şehirlerini, muhteşem nice Medeniyet eserini yakıp-yıktılar, binlerce Türkü, Müslümanı katlettiler, Şehit ettiler. Moğolar Anadolu’yu Baycu Noyan,Timurtaş Noyan Paşa gibi Anadolu Genel Valilerince yönettiler, tabii bu dönemde azda olsa Anadolu’ya bazı eserler bıraktılar. Mesela, yakın yerlerde yaptıkları; Olcaytu Hanın eşinin yaptırdığı Amasya Bimarhanesi ve Timurtaş Noyanın yaptırdığı Samsun Kale Mescidi gibi..Fakat Türkiye Selçuklu Devleti söndü, parçalandı. Bu sırada görünüşte bağımsız fakat Moğollara bağlı birçok Anadolu Beyliği türedi. Başkenti Niksar olan ve Doğanşah Bey’inoğlu Taceddin Bey tarafından kurulan Taceddinoğlu Beyliği, Erbaa, Akkuş, Ünye, Terme ve Çarşamba’ya hakim oldu. Ordu, Fatsa, Aybastı tarafında ise Hacıemiroğlu Beyliği kurulmuştu. Bu arada Moğolar’da İranda bazı savaşları kaybedince, Anadolu’da hakimiyetleri sona erdi. Zaten onlarında önemli bir kısmı Müslüman olmuştu..Taceddioğulları kendi çapında güçlü bir beylikti. Sahile yapılan akınlarda bazen yine Akkuş Dağlarından ve Topraklarından geçiyorlardı. Fakat 1375’lerde Taceddin Bey, Ordu’ya, Hacıemiroğullarına saldırınca 1380 yılında bunun intikamını, Hacıemir Bey’in oğlu Süleyman Bey, ani bir baskınla Taceddin Bey’i öldürerek aldı.Akkuş,Niksar,Ünye Yöresi Hacıemiroğullarına geçti.
Bu sırada Anadolu’nun Batısında kurulmuş küçük Osmanlı Beyliği gitgide büyüyor, epey güçlendikten sonrada yönünü Anadolu’ya çevirmiş oluyordu. Böylece kısa bir süre Yıldırım BAYEZID’ın Demir Yumruğu ile bütün Anadolu’da Türk Birliğini oluşturmasından, 1389 Yılında Hacıemiroğullarıda nasibini alır. Fakat doğudan bir kez daha amansız bir tehlike yola çıkmış, ortalığı kasıp kavuruyordu. Bir Özbek Türkü olan Timurlenk, arkasına aldığı Çağatay Bey’leri, Hazar Bey’leri, İran Türk Askerleri, Moğol unsurlarıyla, Derya gibi Askeri ile 1402’de Ankara-Çubuk Ovasında o Büyük Hakan Yıldırım Bayezıd’ın karşısına çıktı, fakat Timuru ani bir baskınla yenmek fırsatını mertliğe aykırı bulan Yıldırım bunun bedelini, Tatarların ve eski Anadolu Bey’lerinin ihanetiyle ağır ödedi. Bu ihanet edenlerden biride Akkuş ve Ordunun eski hakimi olan, Timur tarafına geçmiş olan Hacıemiroğulları Beyleriydi.Yıldırım Bayezıd han bu esaret kendine ağır geldikçe, kahrında hastalanarak, esaret içinde vefat etti.
Ankara Savaşından sonra eski Beyliklerini geri almışlar, bundan sonrası bir kısım Tarihçilere göre, Ordu-Canik-Akkuş Bölgesi tekrar Hacıemiroğullarının egemenliğine girmiş, ancak toparlanan Osmanlı Devleti karşısında İran ve Doğu Anadolu’ya hakim olan Akkoyunlu Türk Devletine yanaşan Hacıemiroğulları,1473 yılında Otlukbeli Savaşında, Büyük Türk Hakanı Fatih Sultan Mehmet’in, Akkoyunlu Uzun Hasanı mağlup etmesiyle, Urfa’ya kaçmışlar ve burada ‘Mir Canik’denilen bir Köy kurarak yerleşmişlerdir. Fakat, bu arada Akkuşa Türkmenlerin yerleşimi bu dönemde de sürmüştür.
Bir diğer Tarihi bilgiye göre ve bizimde benimsediğimiz görüşe göre, Ankara Savaşından sonra tekrar Taceddinoğulları Beyliği yeniden kurulur. 1428 yılında Taceddinoğullarının son Bey’i Canik Bölgesinin, Niksar’ın, Akkuş’unda son Türkmen Beyi Taceddinoğlu Hasan Bey; Sultan I.Mehmet Çelebi’nin Pazusuna yenik düşer, direnemez, direnmez oda bilir gücünü ve bu yüzden bağışlanır, Ailesiyle Rumeli’ye gönderilir, Gümülcine’de Sancak Bey’i olur. Bundan sonra Akkuş, Sivas Eyaletine bağlı Merkezi Samsun olan Canik Sancağının Ünye Kazasına bağlı bir Karye(Köy)olarak bulunan akkuş’un adından bahsedilmez, fakat kayıtlarda yer almıştır. Yani Akkuş isimi henüz zaten oluşmamıştır, Karakuş adıda yoktur, fakat Ünye’ye bağlı olduğumuz için, o dönemde bulunan eski Köylerimiz kayıtlarda özellikle Tapu-Tahrir Defterlerinde yer alır. Bu dönemlerde Akkuş ilçe merkezinin olup-olmadığını bilmiyoruz fakat zannımızca Selçuklu yada Beylikler döneminde yoktu. Osmanlı Döneminde birkaç yazlık-Yayla evinden mürekkep bir yer olarak kurulduğunu, bu yüzden ilk adının Yazlık-belen(Yayla yeri)olduğunu düşünüyoruz. Fakat dediğimiz gibi bazı Köylerimizin Tarihi çok eskilere, Türk’lerden önceye dayanır, Akkuş daha hiç ortada yoktur. Yavuz Sultan Selim döneminde Akkuş Köyleri, Canik ve Trabzon’la birlikte Erzincan Eyaletine bağlanır, Kanuni döneminde de bu devam eder. İşte bazen Erzincan, bazen Trabzon, bazen Sivas eyaletine bağlı devam eden Akkuş merkez zannımızca bu sırada oluşmuş ve Karakuş adını almıştır. Canik ve Niksar Yöresinde Akkuş’a bu dönemden kalma ismiyle KAROOÇ,GAROÇ diyen eskiler mevcuttur. Bilinmelidir ki,eski Türkçe de Kalın ünlüler daha çok kullanılırdı, Mesela Alma(Elma), Osmanlı Fermanlarında, Edüp, Olmaya, Gelür, Edüle, Yapula gibi bugün kabaca gözüken bir konuşma vardır..Fakat Karakuş adı nereden gelmiştir, kesin bir bilgi yoktur, ancak Akkuş Merkez’de yada bu civarda yerleşim oluşturma fikri ortaya çıkınca ‘Gökyüzünde uçan Karakuş’lardan başka bir şey bulunmayan ıssız bir yer’ (Kargalar yada Kartallar yada ikisi olsa gerektir)olarak keşfi yapılır, böylece ya ilk adı Karakuş olur, yada Yazlıkbelen iken, sadece Yazın gelinen yaşanan bir yer iken, yerleşimle birlikte Karakuş adını alır. Osmanlı Devrinin uzun Asırlarında Akkuş’ta da değişik, acı-tatlı Hadiseler yaşanmıştır. Osmanlı Türk devletinin satvet günlerinde o zaferlere Akkuş Köylerinden katılan elbet nice Asker olmuştur. Fakat iç karışıklık Duraklama döneminde, meşhur Karayazıcı ve kardeşi Deli Hasan buralara yakın yerlerde İsyan etmişler, Niksar, Tokat, Ordu arasında Dağlarını mesken edinmişlerdir. Etrafa dehşet saçan bu İsyancıları ortadan kaldırmak için gelen Sokulluzade Hasan Paşa, bu iki kardeşi Tokat’tan itibaren peşine düşerek Perşembe yaylasında yakalar.(Çamiçi ile Aybastı-Akkuş arasındaki büyük Yayla) Burada Karayazıcı’yı öldürür. Fakat Kardeşi Deli Hasan’da çevresindeki eşkiyalar ve bazı Türkmen Bey’lerini toplayarak, Hasan Paşanın üstüne varır, onu Şehid eder. Ancak içte ve dışta birçok gaile ile uğraşan Osmanlı Devleti Deli Hasan’ı affetmek için yapılan ricaları kabul ederek, Deli Hasan’ı Bosna Beylerbeyi olarak tayin eder. Böylece bu Gaileyi şartlar gereği böyle halleder.
Karakuş adına ilk defa 1739 yılındaki kayıtlarda rastlanır. Sivas eyaletine bağlı Canik (Samsun) Sancağına bağlı gözükmektedir. Karakuşa ait bilinen ilk resmi Tapu kaydı, 1873 (1288 Şaban) yılına ait olup, Tekkegöğsü mevkiinde yeri olan Rahmanoğlu Hüseyin bin(oğlu) Hüseyin’e ve Çaldere’de yeri olan Efiloğlu Mustafa bin Hıdır’a aittir. Bundan sonra Karakuş bir Pazar yeri olarak önem kazansa da Cumhuriyet dönemine kadar gelişememiştir. Bunun nedeni Nüfusun azlığı ve Osmanlının son Döneminde bağımsızlık fikri ile harekete geçen Rum Çetelerinin oluşturduğu korku yüzündendir. Fakat Karakuş; yüzyıllarca Tokat İlinin ve iç kesimin Ticari mallarını Kıyıya ve Ünye Limanına ulaştırdığı, Mal alıp geri döndüğü, Gemilerden gelen Malların da iç kesime ulaştırıldığı ,Develerle, Katırlarla yüklerin taşındığı, Atlı süvarilerle korunarak giden Kervanların geçtiği bir Kervan Yoluna sahipti. Bu kervan Yolu Karakuş ve civarına Ekonomik anlamda ciddi faydalar sağlıyordu. Kervan Yolu, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar kullanılmıştır..Rahmetli Babaannem; Çocukluğunda Akkuştan geçen Develer gördüğünü söylerdi. Ancak bu Yol, bazılarının iddia ettiği gibi asla İpek Yolu değildir Bu kervan Yolunun izleri, Taşlarının bir kısmına bugün Ortabölme ve Kusköy Topraklarının birleştiği Töngelyanı-Taşaağıl mevkiinde rastlanmaktadır. Tahminen Kevgir Kale’si de, bu Yol üzerinde bulunmaktadır.
Osmanlının son, zayıf ve karışık dönemlerinde, Karadeniz Bölgesinde Sinop’tan, Trabzon’a uzanan bir Pontus-Rum Devleti kurmak için harekete geçirilen ve Batılı devletlerce azdırılan, kışkırtılan ve Silah-Para desteği verilen Bölgede yaşayan Rum Halkından oluşturulan Rum Çeteleri, Yüzyıllardır birlikte Barış ve Kardeşlik içinde yaşadıkları Müslümanlara, Türk’lere silah çekmişlerdir. Özellikle Kıyı kesimindeki kalabalıkça Rum’lardan oluşturulan bu Pontus Çetelerinin Akkuş sorumlusu; Çetebaşı Sirop isminde bir Rum idi, Tekkiraz civarının Rum Çete Reisi’de Zilovanis idi. Yakın zamanda vefat etmiş Akkuş merkezdeki eski İnsanların iyi tanıdığı, İzmili Dede(Ali Aksu-Ali Usta) ve Rum Çetelerinin çocukken kaçırdığı Ömer şefik Görgülü’nün Ahmet Çelik Bey’in Akkuş Kitabında bahsettiği gibi epey zulüm ve Cinayetler işleyen bu Rum çetelerine karşı Karakuş’ta, Efilo, Kurubaşo, Temel Ağa, Gökmen Ali gibi Türk Çeteleride (Kuvay-ı Milliye denebilir) bulunuyor ve mücadele ediyorlar, Halkı kolluyorlardı. Fakat ne yazıktır ki Türk olup, Halka zarar veren, soyan Çetelerde vardı, bunlarda Ortabölmeden Fındık Ali, Koca Durmuş, Kurtboğazdan Mıstık kahyanın Salih,Salmandan Salman Tahiri ve Ovalı (Niksar-Hosaf’tan) Kesik kulak gibi..Bunları halen yaşayan Akkuş’un Çınarlarından, 1909 doğumlu Ömer Çavuş’ta doğrulamaktadır.
Neticede bu çetelere önce Karadeniz Havalisi Kuvay-ı Milliye Reisi Kurtuluş Savaşının Kahramanlarından Giresunlu Topal Osman Ağa son verdi. Sonra düzenli Ordu kuruldu, Milli Mücadele başladı, Karakuşu ve Canik’i temsilen temsilciler Sivas Kongresine katıldılar. Mustafa Kemal önderliğinde ve Milletimizin onca sıkıntı ve bin bir güçlük ile aç, fakir, muhtaç halde yardımı ile desteği ile Milli Mücadele başarıldı, Kurtuluş Savaşı kazanıldı. 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Karakuş 1892-1920 yılları arasında yani Osmanlının son döneminde Bucak yani Nahiye olmuştur. 1923 -1924 yılında da Ordu İl yapılmış, Karakuş’ta Ünye ile birlikte Samsun’dan alınarak Ordu İline bağlı bir Bucak (Nahiye-Belde) oldu.
Nihayet Akkuşumuzdan 1954 Yılında, İlçenin önde gelenlerinden Azmi SEVİNDİK ve 6 Kişilik bir Heyet’le devrin Başbakan’ı Adnan MENDERES’in karşısına çıkarlar. Sıkıntılardan bahsedilir, bunun üzerine Adnan MENDERES; ’Hay hay Karakuş’u İlçe yapalım fakat kara günler geride kaldı. Bundan böyle Karakuş’un adı AKKUŞ olsun!’der, Azmi Sevindik ve Arkadaşları bunu severek kabul edip, memnuniyetle Akkuş’a dönerler. Karakuş 4 Mart 1954 Tarihinde İlçe olmuş ve ismi de AKKUŞ olmuştur.
Merhum Adnan Menderes’in, Akkuş’a iyiliği bununla kalmamış; aynı Yıl 1954’de Kereste Fabrikasını hizmete sokmuş, bu Kamu kuruluşu sayesinde büyük Ekonomik gelire sahip olan Akkuş ve Köyleri hızla gelişmeye başlamış ve Nüfusu artmıştır, Köyler adına bile bir Dönem Kooperatifler kurulmuştur. Bu Fabrika 1990 yılının ortalarına kadar çalışmış, yüzlerce İnsana iş-aş kapısı olmuştur.
Neticede bugüne gelinmiştir. Fakat Akkuş’a nasıl ve nerden yerleşildiğini kısaca tekrar ederek Konuya son verelim:
1-Danişment Devleti zamanında ilk kez göçebe Türkmen’ler Akkuş’a yerleştiler. Bu Göçebe ve Hayvancı Türkmenlerinin bir kısmı, diğer Türkmen gruplarının birçoğu gibi, İslam inancı bakımından genellikle Bektaşi özellik taşımaktaydılar. Zaman içinde Sünnileşen bu İnsanlarımızda bugün bu geçmiş Bektaşi-İslam anlayışının etkileri bulunur: Bektaş, Ali, Murtaza isimleri, Düğünlerde oynanan Semah’lar, bazı örf ve adetlerde görülen etkiler…Ancak Sünni-İslam Türkmen unsurlarıda göç etmişlerdir.
2- Akkuş’a ya da Karakuş’a her dönemde Göçler sürmüştür. Kıyı-Sahil Bölgelerindeki Sıtma Salgınlarından kaçan, Sıcak ve Nemli İklimden uzaklaşmak isteyen, Türkmen grupları Akkuş civarında edindikleri Köylere, Arazilere yerleşmişlerdir. Çünkü burada araziler geniş olup, yerleşmek, Yurtluk edinmek daha kolaydır, eğer arazi yoksa ormanlardan Arazi açılmıştır.
3-Bu sırada Osmanlı Devleti gerilemeye-dağılmaya başlayınca, bazı elden çıkan yerlerden gelen İnsanlarda Akkuş’un bazı Köylerine yerleştiler. 1878 Osmanlı-Rus Savaşı(92 harbi)esnasında Batum’un Rusların eline geçmesiyle Müslüman Gürcüler, Osmanlı Devletince Ordu’nun birçok yerine, Akkuş’ta da bugünkü Esentepe-Kabakulak-Köyüne yerleştirildiler.
4-Çevredeki yakın İl, İlçelerden çeşitli sebeplerle (Geldikleri yerde yaşadıkları sorunlar, Anlaşmazlıklar, Can ve Mal güvenliğinin kalmaması, Savaşlar, Baskılar v.s.nedenlerle) gelenler: Terme’den, Fatsa’dan, Çarşamba’dan, Bafra’dan, Tokat’tan, Ladik’ten Sivas’tan gelen ve akkuş Köylerine yerleşmiş nice İnsan vardır..
5-Hayvancılığın geçmişte en önemli geçim kaynağı olması nedeniyle, birçok sebeble yerinden olan İnsanların, yerleşebilecekleri ve Hayvancılık yapabilecekleri yeni bir yer aramalarıyla, yerleşmesi kolay olan, geniş topraklara sahip Akkuş’tan bir Yer tutmalarıyla yerleşme olmuştur…Zira Sahil ve Niksar’daki Arazilerin değerli olması, burada nüfusun kalabalık olması, aşağılara yerleşmeyi zorlaştırmıştır.
6-Ancak Akkuş,18.Yüzyıla kadar bütün Türkmen göçlerine rağmen nüfus kalabalık değildi. Esas göçler Osmanlı Devletinin ciddi sorunlar yaşamaya başladığı 18. Ve 19.Yüzyılda yoğunlaşmış ve yerleşmeler artmıştır. Bu arada Cumhuriyet dönemine kadar Akkuş’un Rum Köyleri de vardı, hele Ünye ve Niksar’da Rum ve Ermeni nüfus Akkuş’a göre daha fazlaydı. Belkide Pontus Çeteleri’den kaçıp-gelenlerde oldu.
Bu arada, Akkuşa yerleşen Türkler; yerleştikleri yerlere Yaşadıkları olayların, Hatıraların, Yaptıkları işlerin, Boylarının, Soylarının yada Beylerinin ismini verdikleri de olmuştur. Mesela Danışma-alanı, Karaçal (Türkmen Beyi-rivayet), Haliluşağı (Bey-Ağa) Külekçili (Köyün daha önceki işi, Mesleği) gibi. Ancak bazı Köy isimlerlide Cumhuriyet döneminde yeniden verilmiştir.
Dolayısıyla Akkuş’a dört bir yandaki yakın çevreden göç oldu, bu farklı yerlerden gelen İnsanlar haliyle Simaları, Fizikleri birbirine benzemese de, zaman içinde aynı İnanç ve zengin olan Yerel Kültür içinde Halk kaynaşmış ve bütünleşmiştir. Kısacası Akkuş’a ve birçok yere Türk yerleşmesi öyle denildiği gibi,’Oğuz Türkleri yerleşmeye bir yer ararlar’ şeklinde yavan bir anlatımla açıklanamaz. Kısacası; Akkuş’a yerleşme, sadece bir yönden, bir grup tarafından ve aynı zamanda olmamıştır. Bunları yukarıda açıklamaya çalıştık. Fakat bizde yazılı Tarihçiliğin genelde zayıf, Halk bazında da olmaması nedeniyle kimin, nereden geldiği tam olarak bilinememektedir.